içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

ALP EREN

ALP EREN

"Alp" kelimesi Türkçe’de "yiğit" anlamına gelir. Kelime, "er" kelimesiyle birlikte de kullanılır. Dîvânü Lügati’t-Türk’te bu kelimenin geçtiği bir deyimde şöyle denir: “Alp,düşmanla karşılaşmada yiğit,münakaşada yumuşak huyludur.” Meşhur Alp Er Tonga sagusunda (ağıt) şu dizeler yer alır: "Alp Er Tonga öldi mü Isız ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emdi yürek yırtulur."

İslam öncesi Türkler’de bir lakap olarak han çocuklarına verilen "alp" unvanı, Müslüman Türk devletlerinde resmî unvanlarda da kullanılmıştır. Mesela Abbâsîler’in Şam Valisi Alp Tegin, Semerkant’ta Karahanlı emirlerinden Alp Er Han, Gazneli Alp Tigin, Anadolu Selçukluları devrinde ise Nuh Alp, Mahmud Alp ve nihayet Sultan Alp Arslan bunların en tanınmışlarıdır. Alper’in mânası; kuvvet, engel tanımazlık,cesur, yiğit, başına buyruk ve cihangirlik anlamına gelir.

Müslüman Türkler’de bazen "alp" ve "gazi" kelimelerinin birlikte kullanıldığı da bilinmektedir. Osmanlı Beyliği’nin kuruluş sürecine ve Osman Gazi’nin atalarına bakıldığında "alp" unvanlı kişilerle karşılaşılır: Gündüz Alp, Gök Alp gibi. Osman Gazi’nin beylik topraklarını tevcih ettiği kişiler arasında karındaşı oğlu Alp Gündüz, Hasan Alp, Turgut Alp zikredilir. Köse Mihal’in İslam’a davet edildiği seferde bahsedilen gazilerden biri de Saltuk Alp’tir. Osman Gazi’nin oğlu Orhan’ın ilk seferinde yanına verdiği yoldaşlarından biri olan Konur Alp pek çok vesileyle anılır.

Âşık Paşa, alpler ile alperenlerin hâlini birlikte anlatır ve birincisine dünyada, ikincisine dinde alplik der. Alplere gereken dokuz nesne kısaca şunlardır: muhkem yürek (sağlam yürekli, korkusuz), pazı kuvveti (güçlü beden), gayret (fedakârlık ve adanma), at (binek), ton (zırh), yay, kılıç, süngü ve yâr (güvenip sırtını dayayacağı arkadaş). Bu özellikler “zâhir alplik”tir.

Dinde Alperen olmanın esası, nefsini terbiye ederek aklına uyar hâle getirmektir. Asıl "alperenler", nefsin askerleri olan arzu ve isteklerden doğan hırs, kin, çekememezlik, cimrilik, günah ve fesada karşı galip gelen kişilerdir. Onlara gereken dokuz nesne ise şunlardır: velayet (Allah dostluğu), riyâzet, kifayet, ışk (aşk), tevekkül, şeriat silahı, ilim, himmet, doğru yâr (dost)dır. Öncelikle velilik şartı zikredilir; zira Allah’ın veli kulları için bu dünyada da öte dünyada da hiçbir korku olmadığını Kur’an müjdelemiştir. Riyâzetle nefsini yenen Alperen, kifayetle iyiyi ve doğruyu ayırt eder; aşk ile kibri ve kini ortadan kaldırır; tevekkül ile şeytanın vesvesesinden kurtulur; şeriat bilgisiyle bütün düşmanlara galip gelir; ilim kılıcıyla nefsini ve şeytanı yendiği gibi fitne ve fesadı da yok eder, himmet süngüsüyle düşmanı, yani nefsânî istekleri vurur; doğru yâr (dost) ile de yol alır ve Hakk’a varır.

Türklerin Müslüman olmalarından sonra cihangirlik ihtirası yani cihan hakimiyeti mefkuresi, dini yayma göreviyle birleşmiş ve alp tipi, gazi tipine dönüşmüştür. Alplere akıl verenler de veli tipine dönüşmüştür. Manevi gücü temsil eden veli tipi, alp tipinin aşırılıklarını törpüler; ancak savaşçı ruh, uyum sağlayarak Allah’ın emirlerini yerine getiren bir kahraman, gazi olur. Alp tipinin İslam diniyle beraber gazi tipine doğru dönüşmesi, inançla ilgili olduğu gibi sosyal hayat tarzı ile de ilişkilidir. Konar-göçer hayat tarzından yerleşik hayat tarzına geçiş, tabiatıyla kültürde ve yaşayışta her şeyi değiştirmemiş; bazı özellikler değişerek devam etmiştir. Türkler arasında Hz. Ali, Hz. Hamza, Seyyid Battal Gazi gibi Müslüman savaşçı şahsiyetler örnek hâline gelmiştir.

İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasından sonra Türk alpleri, önce "alp-gazi" mahiyetini almış; tasavvuf cereyanının halk arasında yerleşmesiyle de "alp-erenler", yani "mücahid dervişler" şekline girmişler ve daha ziyade devletin sınırlarında, uç bölgelerde yaşamışlardır. Bu alp-erenler, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da büyük bir rol oynamışlardır. Malazgirt Zaferi ile Anadolu kapılarının Türklere açılması bu gönül İnsanlarının Anadolu’ya daha rahat gelmelerine imkan sağlamış böylece her Anadolu şehrinde bir alperenin mührünü görme imkânı doğurmuştur. Anadolu alperenlerine örnek olarak, Hoca Ahmed Yesevi’nin rahle-i tedrisinde yetişen Ahi Evran-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş-i Veli, Yunus Emre, Mevlana ve Seyyid Burhanettin Veli’yi sayabiliriz.

“Alpler-erenler vardı, atları vardı Atların firûzeden kanatları vardı Geri dönmezlerdi çıktıkları yoldan Hedefleri vardı, muratları vardı” Abdürrahim Karakoç

Bu yazı 679 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum